MART2021 Zekeriya Şimşek
Ömer Seyfettin'in İzmir yılları
Kaşağı, Diyet, Falaka, Pembe İncili Kaftan, Yalnız Efe, Perili Köşk, Yüksek Ökçeler, Efruz Bey, Bomba, Topuz, Forsa… Hangimiz bu kitapları okumadık ki? Ömer Seyfettin, hikâyeleriyle hepimizin çocukluğuna dokunmuş ve anılarımızda özel bir yere, değere sahiptir. O, hikâyelerindeki çocuk izleği, eğitsel bakış açısı ve Türk hikâyeciliğine etkisi (olay/Maupassant tarzına öncülük etmesi) bağlamında edebiyatımızın kilometre taşlarındandır. Otuz altı yıllık kısacık ömrünün beş yılını geçirdiği İzmir dönemi pek bilinmez Ömer Seyfettin’in: 1903-1908. Toplamda yüz altmış yedi hikâyesinin yedisi İzmir yıllarına aittir: İlk Namaz, Sahir’e Karşı, Sebat, Erkek Mektubu, Çirkin Bir Hakikat, Ay Sonunda ve Yaşasın Dolap. İki de çevirisi vardır bu döneme ait. 2 Ağustos 1903’te Mekteb-i Harbiyye’de iken Makedonya’da baş gösteren isyan hareketlerinden dolayı onun bulunduğu son sınıf, o bölgede görevlendirilmek üzere erken mezun edilir. Merkezi Selanik’te bulunan 3. Ordu’nun İzmir Redif (Piyade) Tümeni’ne bağlı Kuşadası Redif Taburu’nda mülâzım-ı sânî (teğmen) olarak göreve başlar; ancak İzmir’e gelmeden Selânik’te ve Manastır’a bağlı Pirlepe’de görev yapar. Buradaki başarılarından dolayı iki liyakat madalyasıyla ödüllendirilir. İsyanın bastırılmasının ardından bağlı bulunduğu tabur 6 Eylül 1904’te Kuşadası’na intikal eder. 1906’da İzmir’de yeni açılan Zabitan ve Efrat Mektebi’ne (Jandarma Okulu) kavâid-i dîniyye (din bilgisi) öğretmeni olarak atanır. Ocak 1909’da Selanik’te görevlendirilir ve İzmir’den ayrılır.  Ömer Seyfettin, yaklaşık beş yıl kaldığı İzmir’de fikrî ve edebî çevreyi tanıma, içinde bulunma fırsatı bulur. Baha Tevfik’in desteği ile Fransızca bilgisini artırır, Necip Türkçü’den dilde sadeleşme ve millî edebiyat konularında yeni fikirler edinir. Tahir Alangu, “Ömer Seyfettin: Ülkücü Bir Yazarın Romanı” adını taşıyan biyografik araştırmasının (İlk baskısı 1968, 2020 YKY Yayını) dördüncü bölümünde “Kuşadası-İzmir 1903-1908” alt başlığıyla; Ömer Faruk Huyugüzel, “Ömer Seyfettin’in İzmir Yılları ve Bu Devrede Yazdığı Hikâyeler” adlı makalesiyle (İzmir’de Edebiyat ve Fikir Hareketleri Üzerine Araştırmalar, 2004, İzmir Büyükşehir Belediyesi Yayını, s.208-223.) onun edebî kişiliğinin oluşmasında İzmir’in katkısını ayrıntılarıyla ortaya koymaktadırlar. Ömer Seyfettin’in İzmir yılları gibi hayatına dair pek bilinmeyen üç önemli ayrıntıyı da paylaşmak istiyorum: Birincisi, ölümü korkunçtur. Kadıköy’e yakın evinde yalnız yaşayan Seyfettin, şeker hastası olduğundan kendisi bile bihaberdir. Hastadır, yemeden içmeden kesilmiştir, günbegün zayıflar. En yakın arkadaşı Ali Canip Yöntem, ona destek olmaktadır. Sağlığı gittikçe kötüleşir, 4 Mart’ta hastaneye kaldırılır ve iki gün sonra Haydarpaşa Hastanesi’nde hayatını kaybeder. Otopsi sonucunda hastalığının şeker olduğu anlaşılır. Nihayet! Ünlü yazarı hastanede kimse tanımaz ve sahipsiz olduğu düşünülüp cesedi kadavra olarak kullanılmak istenir. Tıp öğrencileri eşliğinde ceset kadavra yapılmak üzere kesilir. Daha sonra gazetede yayımlanan fotoğrafını görenler Ömer Seyfettin’i tanıyıp hastaneye koşarlar. Fakat ünlü yazarın başı çoktan kesilmiştir. Cenazesi, Kadıköy Kuşdili Mahmut Baba Mezarlığı’na defnedilirse de buradan yol geçeceği gerekçesiyle mezarı 23 Ağustos 1939’da on dokuz yıl sonra Zincirlikuyu Mezarlığı’na yani Asya’dan Avrupa’ya nakledilir. İkinci önemli ayrıntı, kızı ona hiç baba diyememiştir. İttihat ve Terakki Fırkası ileri gelenlerinden Doktor Besim Edhem Bey’in kızı Calibe Hanım ile üç yıl (1915-1918) süren evlilikleri olur. Calibe Hanım, Fransız okulunda okumuş, Moda-Mühürdar sosyetesinden zarif bir genç kızdır. 6 Aralık 1916’da kızları Günel (ö. 2007) doğar. Günel, yaprakların arasından sızan gün ışığı anlamına gelmektedir. Ömer Seyfettin, içgüveysi gibi yaşadığı kayınpederinin evinde aradığı huzuru bulamaz ve boşanırlar. Günel, Ömer Seyfettin’in kızı olduğunu on bir yaşında öğrenir. Anne Calibe Hanım, ondan ayrılınca, eski taliplisi Faik Bey’le ikinci evliliğini yapar. Bir gün, evden ayrılan bir hizmetçi giderayak Faik Bey’in üvey babası olduğunu çıtlatır Günel’e. Ne yazık ki Ömer Seyfettin yoktur artık! Ölüm döşeğinde can verirken, “çocuk, çocuk” diye kızı Günel’i sayıkladığı rivayettir. Kızı Günel, ülkemizin ilk kadın rallicilerindendir. Öncü çocuk hikâyeleri yazarının evlat sevgisinden mahrum ölümü korkunç olduğu kadar ironiktir. Üçüncüsü, müstear isimle yayımladığı seksen kadar şiiri vardır ama şairliği de bilinmez. Mart, Ömer Seyfettin’in doğumuna ve ölümüne (11 Mart 1884, Gönen - 6 Mart 1920, İstanbul) tanık aydır. İyi ki doğdun Ömer Seyfettin!